KARAHANLI TÜRKÇESİ İLE YAZILMIŞ ESERLER
Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri. "Karahanlı Türkçesi ile Yazılmış Eserler." https://turkdili.org
KUTADGU BİLİG
Karahanlı Devleti'nin Doğu Türkistan’daki Kaşgar merkezli döneminde yazılmış Türkçe eserlerden biridir. “Kut” kelimesi hükümdarlık yetkisinin Tanrı tarafından verilmesi anlamına gelir. Kutadgu Bilig, “hükümdarlık bilgisi” ya da “mutluluk veren bilgi” anlamındadır. Eserin yazarı Balasagunlu Yusuf Has Hacip, eseri 1069 yılında Kaşgar’da tamamlamış ve Karahanlı hükümdarı Tavgaç Buğra Han’a sunmuştur.
Eser, Türkçenin o dönemde bilim ve sanat dili olarak ne kadar güçlü olduğunu gösterir. 6645 beyitlik hacmiyle dönemin ilk büyük manzum eseri olup aruz ölçüsü ve mesnevi tarzında yazılmıştır. Eserde ayrıca halk şiiri tarzında 173 dörtlük de bulunmaktadır.
Alegorik yapıya sahip olan Kutadgu Bilig’de dört ana karakter yer alır:
- Adalet’i temsil eden hükümdar Kün Togdı
- Saadet’i temsil eden vezir Ay Toldı
- Akıl’ı temsil eden vezirin oğlu Ögdülmiş
- Akıbet’i temsil eden vezirin kardeşi Odgurmuş
Bu karakterler mutluluk, adalet, erdem, bilgi gibi konular üzerine konuşur ve hükümdara öğütler verirler.
Eserin günümüze ulaşan üç nüshası vardır:
1. Herat (Viyana) Nüshası: 1439’da Uygur yazısıyla istinsah edilmiştir. Bugün Viyana Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
2. Kahire Nüshası: 1374’ten önce Arap harfleriyle yazılmıştır. Mısır Hıdiv Kütüphanesi’ndedir.
3. Fergana Nüshası: Zeki Velidi Togan tarafından 1913’te bulunmuş, daha sonra Özbek edebiyatçısı A. Fıtrat tarafından tekrar keşfedilmiştir.
Kutadgu Bilig, Türk dili ve kültürü için önemli bir eser olup, hem İslam öncesi Türk geleneklerini hem de İslam etkilerini yansıtan değerli bir kaynaktır.
Divânü Lügâti’t-Türk
Divânü Lügâti’t-Türk (DLT), Mahmud el-Kâşgari (Kaşgarlı Mahmud) tarafından Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla ve Arap dilbilgisi kurallarına göre yazılmış kapsamlı bir Türkçe-Arapça sözlüktür. Kaşgarlı Mahmud, kitabın malzemesini Türk dünyasının çeşitli boylarından toplamış ve yazım sürecini Bağdat’ta tamamlamıştır.
Eserde yalnızca Karahanlı Türkçesi değil, aynı zamanda Oğuzlar, Kıpçaklar, Argular gibi birçok Türk boyunun dil ve söz varlığına da yer verilmiştir. Bu nedenle esere "Türk Lügati" (Türk Dilleri) adı verilmiştir. Buradaki "diller" ifadesi, aslında farklı Türk ağızlarını ve lehçelerini ifade etmektedir.
Divânü Lügâti’t-Türk'ün bulunmasıyla birlikte karşılaştırmalı Türk dili tarihi çalışmaları büyük bir ivme kazanmış; özellikle Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerine ait Türkçenin tarihî lehçeleri arasındaki dil ilişkileri açıklığa kavuşturulmuştur. Eser, 11. yüzyıldan sonra lehçeleşmeye başlayan Türk dilinin en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.
Bu nadide eser, dil çalışmaları dışında Türk folkloru ve toplum bilimleri için de vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır. Orhun Yazıtları'ndan sonra Türk kültür ve bilim dünyasının en önemli yapı taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Eserin önsözünde Mahmud el-Kâşgari'nin başka bir gramer kitabı olan Kitâbü Cevâhirü’n-Nahvfî Lugâtî't-Türk'ü de kaleme aldığı belirtilmektedir. Ancak bu eser günümüze ulaşamamıştır. Kâşgarlı Mahmud, Karahanlı hanedanına mensup asil bir zattır. Babası Hüseyin Çağrı Tigin’dir. Mahmud, iyi bir eğitim almış; Arapça ve Farsçayı ileri seviyede öğrenmiştir.
Eserin önsözünde kendisini şöyle tanıtır: "Ben onların en uzun dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsüyüm. Kargı dilini en iyi derecede kullandım. Türklerin şehirlerini ve çöllerini baştan başa dolaştım. Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma ve Kırgız boylarının dillerini, kafiyelerini bizzat öğrenerek faydalandım."
Kâşgarlı Mahmud, yalnızca bir sözlük yazarı değil, aynı zamanda güçlü bir Türk milliyetçisidir. Eserinde "Türk" maddesinde şu kutsî hadisi aktarır: “Yüce Tanrı ‘Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim, onları doğuya yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulus üzerine musallat kılarım.’ diyor.”
Bu hadisi şu şekilde yorumlar: “Bu, Türkler için tüm insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı, onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerde yerleştirmiş ve ‘kendi ordum’ demiştir. Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünde durmak, sadelik, övünmemek, yiğitlik ve mertlik gibi sayısız iyilikler görülmektedir.”
Divânü Lügâti’t-Türk'ün bilinen tek nüshası, İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emin Efendi Yazmaları arasında bulunmaktadır. 638 sayfadan oluşan bu büyük cilt, 1266 yılında Muhammed b. Ebu Bekr b. Ebu’l-Fethü’s-Savi Sümme’ed-Dımışkî tarafından asıl nüshadan kopyalanmıştır. Kaşgarlı Mahmud, eserin yazımına 25 Ocak 1072'de başlamış, dört kez düzelttikten sonra 10 Şubat 1074'te tamamlamıştır.
Eser, bir önsöz ve sözlük bölümlerinden oluşmaktadır. Önsözde yazar, Türk dilinin tanımını, lehçelerinin özelliklerini ve dilbilgisi kurallarını Arapça ile karşılaştırmalı olarak açıklamaktadır. Türk dilinin Arapçadan üstün olduğunu savunmakta ve buna dair örnekler sunmaktadır.
Sözlük bölümünde ise Türkçe kelimelerin Arapça karşılıkları verilmiştir. Arap sözlükçülüğü geleneğine uygun olarak, kelimeler Arapça vezinlere göre tasnif edilmiş ve 7500'den fazla kelime detaylı şekilde açıklanmıştır. Kaşgarlı, bu açıklamalarda kelimelerin hangi anlamlarda ve nerelerde kullanıldığını örnek cümleler, şiirler, atasözleri ve deyimlerle desteklemiştir. Eser, bu yönüyle Türkçenin ilk tanıklı sözlüğü olarak kayıtlara geçmiştir.
Eserin ortasında yer alan dünya haritası da oldukça ilginçtir. Kâşgarlı, bu haritada Türk boylarının yerleşim yerlerini göstermiş, böylece boylar ve lehçeler hakkında sunduğu bilgileri görselleştirmiştir.
Türk dilinin sözlü edebi metinleri de ilk kez Divânü Lügâti’t-Türk aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Sagu (ağıtlar), koşuk (koşmalar), sav (atasözleri) ve nazım şekilleri hakkında bilgiler bu eserde yer almaktadır. Örneğin, Alp Er Tunga destanına dair ilk bilgiler de bu eserden öğrenilmektedir. Bu nedenlerle DLT, hem dil ve edebiyat tarihi hem de toplum ve sosyoloji açısından çok kıymetli belgeleri bünyesinde barındıran bir hazinedir.
Bütün bu özellikleriyle Divânü Lügâti’t-Türk, adeta XI. yüzyılın Türk dünyası ansiklopedisi niteliği taşımaktadır.
Eserin eldeki tek nüshasının bulunması ise ilginç bir tesadüf eseri olmuştur. Kâtip Çelebi'nin Keşfü’z-Zünûn adlı eserinde Kâşgarlı Mahmud'dan söz edilmesine rağmen, DLT bilim dünyasında 1910 yılına kadar bilinmiyordu. Vanizâde Nazif Paşa'nın yakınlarından bir hanımefendi, eseri Sahaflar Çarşısında Kitapçı Burhan’a verir. Burhan’dan da Ali Emîrî Efendi eseri otuz liraya satın alır. Daha sonra Kilisli Muallim Rifat (Bilge) tarafından eserin sayfaları yeniden düzenlenerek tıpkıbasımı yapılır.
Atebetü'l-Hakayık
Atebetü'l-Hakayık (Hakikatlerin Eşiği), Edip Ahmed b. Yükneki tarafından 12. veya 13. yüzyılda kaleme alınmış, derin dini ve ahlaki öğütler içeren bir eserdir. Eserdeki bilgilere göre, Yüknekli, görme engelli bir şair olan Edip Ahmed, bu eseri Kâşgar dilinde yazmış ve Muhammed Dad İspehsalar Beg'e sunmuştur. Eser, Türk-İslam kültürünün ışığında insanları eğitmeyi amaçlar ve öğütlerini ayet ve hadislerle destekler.
Eserin ismi, farklı nüshalarda çeşitlilik gösterir. En eski Uygur harfli nüshada Atebetü'l-Hakayık olarak geçerken, diğer nüshalarda Hibetü'l-Hakayık ve Gaybetü'l-Hakayık gibi isimlerle de anılmaktadır.
Eserin yapısı klasik İslami eserlerde olduğu gibi Tanrı'ya, peygambere ve dört halifeye övgüyle başlar. Sonrasında bilginin faydası, cehaletin zararları, dilin doğru kullanımı, dünyanın geçiciliği, cömertliğin yüceliği, cimriliğin kötülenmesi, tevazu ve kibir, bağışlama, yumuşak huyluluk ve zamanın bozukluğu gibi konular işlenir.
Eser, 101 dörtlük ve 40 beyitten oluşur ve feûlün feûlün feûlün feûl vezniyle yazılmıştır. Dörtlükler a-a-b-a şeklinde kafiyelenmiştir.
Eserin bilinen altı nüshası bulunmaktadır. Bunlardan üçü İstanbul'da, ikisi Ankara'da, biri de Berlin'dedir. İstanbul’daki nüshalardan biri Uygur, biri hem Uygur hem Arap harfleriyle, diğeri ise tamamen Arap harfleriyle yazılmıştır. Ankara ve Berlin'deki nüshalar ise epeyce eksiktir.
En doğru ve sağlam kabul edilen Semerkand nüshası, Ayasofya Kütüphanesi'nde 4012 numarada kayıtlıdır. Metin Uygur harfleriyle, başlıklar ise Arap harfleriyle yazılmıştır. 1444 yılında, Şahruh döneminde Zeynelabidin adlı hattat tarafından yazılan bu nüsha, Türk yazı sanatında süslü yazısıyla ayrı bir öneme sahiptir.
Bir diğer önemli nüsha ise İstanbul (Ayasofya) nüshasıdır. Ayasofya Kütüphanesi’nde 4757 numarada kayıtlıdır. 1480 yılında Şeyhzade Abdurrezzak Bahşi tarafından düzenlenmiştir. Hem Uygur hem Arap harfleriyle yazılmış bu nüshada her sayfada on bir satır bulunmaktadır.
Atebetü'l-Hakayık, bilgiyle donanmanın erdemini, dilin gücünü ve ahlaki değerlerin toplum için önemini vurgulayan, Türk-İslam edebiyatının en değerli eserlerinden biridir. Hem dil hem de kültür tarihi açısından büyük bir miras niteliğindedir.
Divân-ı Hikmet
Ahmed Yesevî'nin dili, tam olarak Karahanlı Türkçesinin özelliklerini yansıtmasa da, yaşadığı dönemdeki dil yapısına uygun olarak ele alınması daha doğru olacaktır. Yesevî'nin hayatına dair bilgiler oldukça sınırlıdır ve büyük çoğunluğu menkıbe niteliğindedir. Bu bilgilere göre, Yesevî, Türkistan’ın Çimkent şehrinde doğmuş, babasının şeyh olduğu ve yedi yaşındayken vefat ettiği bilinmektedir. Babasının ölümünün ardından, ablası Gevher Şehnaz ile birlikte Yesî'ye, oradan da Şeyh Yusuf Hemadânî'nin bulunduğu Buhara'ya gitmiş ve onun tasavvufi görüşlerini benimsemiştir. Şeyh Yusuf'un ölümünden sonra, üçüncü halifesi olarak onun yerine geçmiştir. Ardından Yesî'ye döner ve hayatının sonuna kadar burada yaşamıştır. Yesevî'nin 1166 yılında Yesî'de vefat ettiği kabul edilmektedir.
Yesevî'nin kerametlerine dair anlatılanlara göre, Timur, bir rüyasında Yesevî’yi görüp ona zafer müjdelemiştir. Rüyası gerçekleşen Timur, Yesevî'nin defnedildiği yere devrin en büyük mimari eserlerinden biri olan bir türbe ve külliye yaptırmıştır. Zaman içinde harabe haline gelen bu türbe, Özbek hanlarından Şeybanî Han tarafından onarıldı.
Ahmed Yesevî'nin yaşadığı dönemde Yedisu ve Ban Türkistan'da İslamlaşma süreci hızla ilerliyordu. Bu dönemde İslami bilimler öğreten medreseler ve tasavvuf hareketlerini yaygınlaştıran tekkeler, Yesevî’nin düşüncelerinin halk arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır. Yesevî, çevresine dini kuralları, Türkçe ve göçebe halkın hoşgörü anlayışına uygun bir biçimde anlatıyordu. Bu yaklaşımı, Türkçenin, Arapça ve Farsçayla birlikte İslam dünyasında üçüncü bir dil olarak yer edinmesine katkı sağlamıştır. Ayrıca Yesevî, Türkçeyi çok sever ve Türkçe ile ifade etmeyi tercih etmiştir, oysa Farsça ve Arapçayı da iyi bilirdi.
Ahmed Yesevî, Karahanlılar dönemi Türkçesini halk arasında yaygınlaştırarak Türk diline büyük bir katkı sağlamıştır. Eserlerinde Arapça ve Farsça kelimeler Türkçenin ses özelliklerine uyumlu bir şekilde kullanılmıştır. Bu, Yesevî’nin dilinin en belirgin özelliklerinden biridir.
Divân-ı Hikmet
Ahmed Yesevî’nin şiirleri "hikmet" adı verilen bir tarzda yazılmıştır ve bunlar, sonraları müritleri tarafından birleştirilerek Divân-ı Hikmet adlı eseri oluşturmuştur. Yesevî'nin hikmetleri halk arasında oldukça sevilmiş ve zamanla onun adını ve "hikmet" tarzını kullanan pek çok şair ortaya çıkmıştır. Bu, Yunus Emre gibi şairlerin izinden gidilerek yapılmış ve zamanla Yesevî'nin eserleri ile başkalarına ait olanlar birbirine karıştırılmıştır.
Yesevî'nin hikmetleri, genellikle dört dizelik beyitlerle yazılmış olup, çoğunlukla 4+4-1-4 şeklinde 12 heceli kalıplarda ve bazen de 8+8=16 heceli gazel tarzında kaleme alınmıştır. Divân-ı Hikmetin dili hakkında farklı görüşler öne sürülmüştür. Ahmet Caferoğlu ve Fuat Köprülü, eserin Karahanlı Türkçesiyle yazıldığını savunurken, Kemal Eraslan, eserin Çağatay Türkçesiyle yazıldığını öne sürmüştür. Eserin bilinen dokuz nüshası bulunmaktadır ve bunlardan en eskisi XVI. yüzyıldan kalmadır.
Ahmed Yesevî ve Türk Edebiyatı
Fuat Köprülü, Ahmed Yesevî hakkında yapılan ilk kapsamlı çalışmayı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde yapmıştır. Bu eser, Yesevî'nin hayatına, Türk tasavvuf edebiyatındaki öncü rolüne ve düşüncelerine dair önemli bilgiler sunmaktadır. Yesevî ile ilgili daha fazla bilgi ve detaylı analizler de yine Köprülü tarafından yazılmıştır. Ayrıca, Kemal Eraslan’ın Divân-ı Hikmet üzerine hazırladığı seçmeli şiirlerden oluşan antolojisi, Yesevî’nin eserini anlamak ve tanımak için önemli bir kaynaktır.
Kur’an Tercümeleri
Kur'an’ın Türkçeye ilk tercümeleri Karahanlılar döneminde yapılmıştır. En önemli ve bilinen tercüme, Manchester'deki John Rylands Kütüphanesi'nde bulunan "Rylands nüshası"dır. Bu eserde, Arapça metnin altında Farsça, onun altında ise Türkçe tercümesi bulunmaktadır. 14 cilt ve 1145 varaktan oluşan bu nüshanın yazarı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır, ancak eserin, Sâmânoğulları hükümdarı Mansur b. Nûh zamanında yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, bu dönemde başka Kur’an tercümeleri de yapılmış olup, bunlar Türklerin İslam’ı kabul etmesinin bir göstergesi olarak, Arapça ve Farsçadaki kelimelerin Türkçeye özenle aktarılmasıyla dikkat çekmektedir.
KAYNAKÇA
Akar, Ali. Türk Dili Tarihi. 16. Baskı. Ötüken Neşriyat, 2023.
Ercilasun, Ahmet Bican. Türk Dili Tarihi: Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla. İstanbul: Yayınları, 2025.
Ercilasun, Ahmet Bican. Türk Dili Tarihi. İstanbul: Akçağ Yayınları, 2025.
Gönderiler
YAZAR
Tunahan HAKSEVER