Türk Edebiyatında En Güzel Şiirler
Edebiyatımızda En Güzel Şiirler
KALDIRIMLAR
Sokaktayım,kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum,arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda,yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim,biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum,her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını,hep simsiyah,dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar,çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar,içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar,duyulur,ses kesilince sesi;
Kaldırımlar,içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek,yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman,sabah olmasın,bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim,yol gitsin,ben gideyim,yol gitsin;
İki yanımdan aksın,bir sel gibi fenerler.
Tak,tak,ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı,gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim,ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın,verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi,sımsıkı bürüneyim;
Örtün,üstüme örtün,serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem,taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp,sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse,kaldırımların kara sevdalı eşi...
Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,
Etinle,kemiğinle,sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş,onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş,senin kafatasında.
İkinizin de ne eş,ne arkadaşınız var;
Sükut gibi münzevi,çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da,hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari,koştur,atını,koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar,kaldırımları...
3
Bir esmer kadındır ki,kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik,hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine,bir an,gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç,haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgar beni bürür de,
Tutmak,tutmak isterim,onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem,fecre kadar yürür de,
Heyhat,o bir ince ruh,bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına ram oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın,bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim,kalkmayacak,bir yar gibi başımdan...
NECİP FAZIL KISAKÜREK (ÇİLE)
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen,tutuk,saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
BEHÇET NECATİGİL
EMPERYAL OTEL
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
emperyal oteli’nde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berhava olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş bu kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır insaf nedir bilmez
otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul’u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı
emperyal oteli’nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi’nde insanlar geziyordu
tepebaşı’ndaki küçük yahudiler
asmalımesçit’teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç’e bir avuç kan dökülmüştü
emperyal oteli’nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı’nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin kabulümsün
ATTİLA İLHAN
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak..
Sular sarardı.. yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza,kanar,muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı?Neden tunca benziyor mermer?
Bu lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta
AHMET HAŞİM
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler,o şevk,o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar,ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüğüm tarumar?
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde,nasıl,kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI
BEN SANA MECBURUM
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki haziran’da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin
ATTİLA İLHAN
MEMLEKETİM
Memleketim,memleketim,memleketim,
Ne kasketim kaldı senin ora iş
Ne yollarını taşımış ayakkabım,
Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan.
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,infarktında yüreğimin,
Alnımın çizgilerindesin memleketim,
Memleketim,
Memleketim...
NAZIM HİKMET RAN
VAPUR
Yürek değil be,çarıkmış bu,manda gönünden
Teper ha babam teper,
Paralanmaz
Teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varan önünden,
Uy Karadeniz’in gümüş telleri,
Bir vapur geçer boğaza doğru,
Nâzım usulcacık okşar vapuru,
Yanar elleri......
NAZIM HİKMET RAN
BİRAZ GELİR MİSİN?
Zaman biter bir yerde,insan ölür çaresiz
Ölür kuşlar,ağaçlar,ölür sâhil ve deniz
Silinir bütün renkler,dağılır koku,ışık
Yeni bir âlem başlar karanlıklarda sessiz
Kemik çürür,kaybolur parıltısı gözlerin
Kımıldamaz orda ayağımız,elimiz
Öyleyse neden bunca düşmanlıklar,savaşlar
Ergeç çağrıyı duyup gidecek değil miyiz?
Ergeç kulağımızın dibinde çınlayacak
Ölümün soğuk sesi:”Biraz gelir misin?”
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh’’a,
Salıncaklar,hamaklar.
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadolu’yum ben,
Tanıyor musun?
Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele,güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin,çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı
Şairlerin,bilginlerin dünyalarında
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak,
Biliyor musun?
Binlerce yıl sağılmışım...
Korkunç atlarıyla yağmalamışlar
Nazlı seher-sabah uykularımı,
Hükümdarlar,saldırganlar,haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne Sultan Murat.
Göçüp gitmişler,gölgesiz...
Selâm etmişim dostuma
Ve dayatmışım,
Görüyor musun?
Nasıl severim bir bilsen,
Köroğlunu,K arayılanı,Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultan’ı ve Bedreddin’i.
Sonra,kalem yazmaz bir nice sevda...
Bir bilsen,onlar beni nasıl severdi,
Bir bilsen Urfa’da kurşun atanı,
Minareden,barikattan,selvi dalınan
Ecele nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun,öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde,dışarda,derste,sırada,
Yürü üsütne-üstüne,
Tükür yüzüne cellâdın.
Fırsatçının,işbirlikçi hayının.
Dayan kitap ile,
Dayan iş ile.
Tırnak ile,diş ile,
Umut ile,sevda ile,düş ile.
Dayan,rüsva etme beni...
Gör,nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu,genç ellerinle...
Kızlarım,oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez,cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası.
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende
Anlıyor musun?
AHMED ARİF
ÖZLEMEDİM SENİ
Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni
Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını,kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca
Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım
Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni
Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı
Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım
AHMET TELLİ
AT
Bin gemle bağlanan yağız at şâha kalkıyor,
Gittikçe yükselen başı Allâha kalkıyor!
Son mâcerâyı dinlememiş varsa anlatın;
Râm etmek isteyenler o mağrûr,asîl atın.
Beyhûdedir,her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Çoştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını târîhe anlatın :
Zincîr içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allâha kalkıyor;
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar,ağaçlarda;
Uzaklarda,çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmıyan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor,derken;
Yükseklerden,sürü sürü,çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler,şarkılar,türküler,lâf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
İstanbul’u dinliyorum,gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı değil mi,biliyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi,biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
ORHAN VELİ KANIK
ŞAİRİN DUASI
Gümüş paralar altın çelenkler almışım
Defne dalları konmuş başıma
Kanmamışım
Söylediğim destanlar tarih bilinmiş
Devletime almam demiş Eflâtun
Tınmamışım
Kâhinler büyücüler girmemiş kanıma
Şeytan büsbütün çelememiş aklımı
Garip bir sezgiyle dolanmışım
Dilimde esrar hazinelerinin anahtarları
Kızıl tüylü deveyle Ukaz Panayırı’nda
Son Peygamber’i mırıldanmışım
Kur’an ininceye kadar Mekke duvarları
Benim şiirlerimle süslenmiş
Yüzlerce yıl serâzâd gezmişim bulvarları
Dünya benimle daha bir sevilmiş
Sesimle genişlemiş şahdamarları
Böylesi kimde görülmüş
Şiir bir şah at olmuş şair dilinde
Savaş meydanlarında söz tufanı
Şiirlerle konuşmuş Peygamber’e Medine
Mazlumun âhı yiğidin destanı
Barış çağrılarıyla herkes peşinde
Hırka-i saadete dönmüş ölüm fermanı
Şiirdir beni sana yaklaştıran
Ben ki gün doğarken kuş seslerine
Gün batarken sürülere bağlanmışım
Hercai menekşelerle güllere
Ne oyunlar oynamışım
Şükür yanmamışım
MUSTAFA MİYASOĞLU
GÜZEL HAVALAR
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
ORHAN VELİ KANIK
MONA ROSA
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
SEZAİ KARAKOÇ
YAZAR
Tunahan HAKSEVER